Tesadüf, olayların nedensiz ve gelişigüzel meydana gelmesidir. Olması imkansız birşeyin olması durumu da diyebiliriz.
Socrates 'Kainatta tesadüfe tesadüf etmek imkansızdır' der.
Konuyu, örneklerle biraz renklendirelim şimdi.
Viyana'da 79 milyon kişinin ölümünden sorumlu olan Hitler, Stalin ve Josef'in hep aynı parkta yürüyor olmaları yavan bir tesadüfle açıklanabilir mi?
Bir sahhaf veya kitabevinde gözünüze ilişiveren bir kitabın içinde, epeydir beyninizi kemiren soruların yanıtlarını buluverme zamanı...
Veya şu anda bu yazıyı okuyor olmanız?? Belki de ne zamandır merak etiğiniz, ilgi duyduğunuz bir konuydu da hemen bugün tesadüfi olarak karşınıza çıkıverdi!
İzlediğiniz bir sinema filminin, hep çok da merak ettiğiniz bir kavramı karşınıza çıkartıvermesi kuru bir tesadüften mi ibarettir?
Bazen yolda yürürken çok uzun zamandır görmediğiniz bir ahbabınıza rastlarsınız veya eski bir dostunuz telefonla arayıverir de 'Ah tam da bugün seni aklımdan geçirmiştim, tesadüfün bu kadarı!' dediğiniz de çok olmuştur sanırım...
Hadi sosyal medya üzerinden örnekle de gideyim. Okumakta olduğunuz bir kitabı veya metni, binlerce kilometre ötenizdeki bir arkadaşınızın da okuduğunu, yaptığı paylaşımdan anlayınca şaşırıverirsiniz ya hani...
Roma'nın o efsane kurucusunun ismi Romulus' tur, daha sonra Augustus adını almıştır. Batı Roma İmparatorluğunun son imparatorunun isminin de yine Romulus Augustus olması bir tatlı tesadüften mi ibarettir sadece?
Örnekleri kendi yaşamınız üzerinde de düşünüp yorumladığınızda nasıl da şaşırıverdiğinizi tahmin ediyor olmam da tesadüf mü acaba?:)
O tesadüf deyip geçiverdiğiniz ama aslında çok ince ve hoş ayrıntılar, bir başka sıradışı gerçekliğin ya da yaratıcının bize anlatmak istediği bir ileti olabilir mi?
Tıpkı bu tesadüf 'zannettiğimiz' durumlar gibi, hastalarımın, hastalıkları ile zihinsel durumları arasında da benzer çarpışmaları sıkça görürüm.
Örneğin hep kabızlıktan şikayet edenlere; 'Eski, artık ihtiyaç duymadığınız eşyalarınızı da atamıyor musunuz?' diye sorduğum anda irkiliverirler. Nereden bildiniz derler veya öyle soruyormuş gibi bakarlar.
Bilirim ki, dışkısını vermeyen bir beden, eski eşyalarını da, yaşanmışlıklarını da ,hayatlarında artık bitmiş olanları da bırakmakta zorlanır. Ve tam tersi de doğru kabul edilir. Yumurta tavuk, tavuk yumurta ilişkisi gibi yani.
Omurga (boyun, sırt, bel) ağrısı ile gelen hastalarımın, öncelikle yeterince su içip içmediklerini sorguladığımda, çoğunlukla içmediklerini, su içmeye çalıştıklarını ancak bir türlü içemediklerini söylerler. Bedenin %60' ını kapsayan hayat kaynağını, can veren 'su'yu bedene almaya ket vurmakta...
Yaşamın kaynağı olan suyu bile vücuda kabul etmiyor, reva görmüyor da, kendini cezalandırıyor, acıtıyor, ağrıtıyor gibidir adeta. Buna tesadüf deyip geçmek mümkün müdür?
Boyun ağrısı veya tutukluğu ile gelen hastalarıma, çok mükemmelliyetçi olup, hayatlarında hiç esnekliğe yer olup olmadığını sorarım örneğin. Tepki hep aynıdır: Şaşkınlık. Nasıl bildin şaşkınlığı..
Boyun ağrısı yapan görünen neden, uzun süreli bilgisayar kullanımı da olabilir pekala. Bana da o zaman niçin bu kadar uzun süre ekranın karşısında kaldığını sormak düşer. 'İş mecburiyetinden doktor hanım' diye yanıtlamışsa eğer, ben de 'Neden işini haddinden fazla mükemmel ve kusursuz yapmak istediğini, niçin biraz daha esnek davranamadığını sorarım.
Bilirim ki tüm bunlar aciz bir tesadüften ileri gelen örtüşmeler değildir...
Tesadüf, rastlantı, kader, tevafuk... Büyük resmin küçük parçaları...
Kader, masum bir kabullenişi ima ederken, tevafuk işin içine kutsallık ve ruhaniyet katar gibidir. Tesadüf ve rastlantı kelimeleri ise, insan aklını aşan bu büyülü gerçeği ucuzlatıyor sanki...
Farkındalığımız arttıkça, yaşadıklarımızı yüksek idrak ile algılamaya başladıkça, o durumu aslında ne için yaşadığımızı gözlemlemeye başlarız.
Belki de en çok tepemizin tasını attıran insanlar ve durumlar, en iyi öğretmenlerimiz olmuşlardır... Kim bilir?...